- Bu top nereden çıktı baba? Daha geçen hafta almıştın ya?
- Bunu başka bir amca gönderdi.
- Öyle mi? O zaman bunu Hasanlar’a veririz.
- Bu kalsın. Benim aldığımı ver.
- Bunu başka bir amca gönderdi.
- Öyle mi? O zaman bunu Hasanlar’a veririz.
- Bu kalsın. Benim aldığımı ver.
x X x
Sanırım 1985 senesiydi.
Bir dergide çalışıyordum.
Nereden akıllarına estiyse, o zamanın PTT idaresi, bir kampanya başlatmıştı; “2000 yılına mektup.”
Hoş bir espriydi.
Yirmi yaşlarındaydık; en samimi arkadaşımla oturup “Kime yazalım?” diye düşündük.
Sonunda, birbirimizin “oğluna” yazmaya karar verdik.
Bekârdık ve sanki 2000 yılı hiç gelmeyecek, bizim de hiç çocuğumuz olmayacaktı; kikir kikir mektupları bitirip, postaya verdik.
Bir dergide çalışıyordum.
Nereden akıllarına estiyse, o zamanın PTT idaresi, bir kampanya başlatmıştı; “2000 yılına mektup.”
Hoş bir espriydi.
Yirmi yaşlarındaydık; en samimi arkadaşımla oturup “Kime yazalım?” diye düşündük.
Sonunda, birbirimizin “oğluna” yazmaya karar verdik.
Bekârdık ve sanki 2000 yılı hiç gelmeyecek, bizim de hiç çocuğumuz olmayacaktı; kikir kikir mektupları bitirip, postaya verdik.
İnsan kendi yazdığı mektubu bile unutabiliyormuş.
Bundan bir kaç ay önce posta kutusunda sevgili arkadaşımın on beş yıl önce oğluma gönderdiği mektubu bulunca, karmakarışık bir duygu kalabalığının içine düştüm. Solgun zarfın üstündeki yazılar sanki adres kelimeleri değil, hâtıra, sürpriz, nostalji, hüzün gibi uçurtmaların geçit resmiydi.
Mektubu hemen oracıkta titrek parmaklarla yırtarak açtığımda bu kez derin bir acı hissettim sol göğsümde...
Kısaydı:
“Sevgili yeğenim,
Eğer 2000 yılına çıkarsam, senin de karnen iyi olursa... Söz, sana bir futbol topu alacağım. Ama sen de Fenerli olacaksın haa!”
Oysa sevgili arkadaşım 1991 yılında -bekârdı-, kendi otomobiliyle Bursa-F.Bahçe maçına giderken Yalova çıkışında bir kamyonun çarpması sonucu ölmüş, 2000 yılına “çıkamamıştı.”
Oğlumun sesi hatıratın filmini kopardı:
- Baba, topu alan amcaya nasıl teşekkür edebilirim?
“Ben aldım” demedim artık...
# Söyle, nasıl üzülmezsen öyle öleyim
Bundan bir kaç ay önce posta kutusunda sevgili arkadaşımın on beş yıl önce oğluma gönderdiği mektubu bulunca, karmakarışık bir duygu kalabalığının içine düştüm. Solgun zarfın üstündeki yazılar sanki adres kelimeleri değil, hâtıra, sürpriz, nostalji, hüzün gibi uçurtmaların geçit resmiydi.
Mektubu hemen oracıkta titrek parmaklarla yırtarak açtığımda bu kez derin bir acı hissettim sol göğsümde...
Kısaydı:
“Sevgili yeğenim,
Eğer 2000 yılına çıkarsam, senin de karnen iyi olursa... Söz, sana bir futbol topu alacağım. Ama sen de Fenerli olacaksın haa!”
Oysa sevgili arkadaşım 1991 yılında -bekârdı-, kendi otomobiliyle Bursa-F.Bahçe maçına giderken Yalova çıkışında bir kamyonun çarpması sonucu ölmüş, 2000 yılına “çıkamamıştı.”
Oğlumun sesi hatıratın filmini kopardı:
- Baba, topu alan amcaya nasıl teşekkür edebilirim?
“Ben aldım” demedim artık...
# Söyle, nasıl üzülmezsen öyle öleyim








