İstanbul'da, televizyon dizilerinde kostüm sorumlusu olarak
çalışan kız, bir kokteylde aşık olduğu sigortacının peşine takılıp Antalya'ya
göçtü.
Evlendiler.
Kız
iş hayatından el etek çekti, evinin kadını oldu.
İki
aylık bir erkek bebekle mutlu bir aile olarak evliliğin bir yılını yeni doldurmuşlardı
ki, kızın annesinin ani ölümü her şeyi alt üst etti.
Çünkü
yaşlı babası, ihtiyar dünyada yapayalnız kalmıştı.
Deniz
yolları emeklisi Kadir baba, koyu matemini sükunetle yaşadıktan sonra, kızının
ısrarı ile Antalya'ya gitti.
İşinden
ve eşinden sonra kırk üç yıllık “memleketi” İstanbul'dan da ayrılmak babayı
sarstı. (Aslen Gümüşhaneliydi.)
Tamamen
içine kapandı; kimse ile konuşmuyor, hiçbir yere gitmiyor, doğru dürüst yiyip
içmiyordu.
Bir
süre sonra damat, kayınpederin varlığından rahatsız olduğunu hissettirmeye
başladı. Eşiyle sık sık tartışıyordu.
Antalya'daki
bir aylık sürenin sonunda bir gün baba, damadının tavrını hissetmiş bir bedbaht
olarak, “Ben gidiyorum” dedi ve tekrar İstanbul'a döndü.
“Benim
babam İstanbul'da tek başına ne yapacak?” diyen kızı, babanın arkasından, iki
gün sonra çıkıp geldi.
Daha
sonrasında ise eşi ile telefonda şehirlerarası tartışmalar başladı. Kocanın,
"Ya o, ya ben" zorlaması kaçınılmaz olarak ayrılığı getirdi.
Tazminatsız
ve nafakasız boşandılar.
Genç
kadın artık, mahkemeden "kopardığı" oğlu ile birlikte, İstanbul'da
babasına bakıyordu.
-
Acilen tomografi çektirmeniz gerek.
Doktor
için söylemek kolay da, iki aydır, babasının dört yüz küsur lira emekli
maaşından başka bir kuruş geliri olmayan dul kadın için iki yüz yirmi beş
milyon lira tutan tomografiyi çektirmek imkânsızdı.
İmkansızdı,
çünkü Kadir babanın ani rahatsızlığı sonrasında taksi ile apar topar en yakın
özel hastaneye koşturmuştu, bebeğini komşuya bırakarak…
Yanında
taksi ücretinden başka neredeyse hiç parası yoktu. Tomografinin fiyatı ise bir
ay geçinecekleri paranın yarısına eşitti.
Doktor
tekrar etti:
-
İleri tetkik için acilen tomografi gerekiyor.
Baba,
doktorun odasının iç tarafındaki küçük bölmede sedyede yatıyordu. Kadın,
utangaç bir şekilde boyun atkısının ucundaki püsküllerle oynayarak:
-
Param yok, dedi.
Doktor
böyle sözleri çok duymuştu, umursamadı; masa üzerindeki ajandasını,
çantasını, kalemliğini düzeltti:
-
Valla bilemem.
- Bir
şeyler yapılamaz mı?
Doktor
bu açmazdan adeta memnun olmuş gibi tebessümle:
-
Hayır, dedi. Hatta geçen hafta şarkıcı (N.S.)'ye indirim yapsınlar diye ricacı
oldum, mide bulantısı ile gelmişti. Sağ olsunlar muhasebede yarım vizite
almışlar, ama patron az kalsın hepimizi birden kovacaktı.
Tam o
sırada dışarıda, koridor duvarlarında yankılanan öfkeli bir ses duyuldu:
- Kaç
kere söyleyeceğim size?! Kapat şu pencereyi be kızım! İçeride klima çalışıyor,
siz pencereyi açıyorsunuz. Klimanın anlamı ne o zaman?
Doktor
ayağa kalkarken söylendi:
-
Patron… Tam lafının üstüne geldi.
Hastane
sahibi söylene söylene kadının bulunduğu odanın önünden geçerken içeridekileri
görünce durdu.
Esmer,
kalın bıyıklı, kalın kaşlı, suratına öfke yapışmış, gaddar birine benziyordu.
-
Burada mısın doktor, diyerek odanın kapısına geldi.
-
Çıkıyordum. Bu hanımın babası acildi de… Ona baktım, birazdan çıkacağım.
Kadın
ayağa kalkarak patrona yaklaştı:
-
Tomografi gerekiyormuş ama param yok.
Hastane
sahibi çatık kaşla kadına baktı. Kulağına doğru eğildi. Kısık sesle şöyle dedi:
- Bir
seher vakti benim için kalpten bir dua edersin, ödeşiriz ablacığım. Şimdi
söylerim çekerler tomografiyi. Allah şifa versin.
# Üşüyorum anne