20 Haziran 2013 Perşembe

Ot taşın altında kalmaz

Genç muhabir, bir sanat dergisinde çalışıyordu.
Aylık dergilerin lokomotifi, özel röportajlardır.
Bu muhabir de her ay bir yazarın, ya da bir dizi oyuncusunun veya bir futbolcunun evine giderek “Özel Yaşam” adı altında kapsamlı söyleşiler yapıyordu.
Ünlü misafirinin yirmi dört saatte neler yaptığını, ailesini, çocuklarını, sevinçlerini, hüzünlerini soruyor, foto muhabiri arkadaşının çektiği özel fotoğraflar eşliğinde “Özel Yaşam” sayfalarını hazırlıyordu.


x X x

Genç muhabir, o hafta, o sıralar şöhretinin zirvesinde bulunan genç bir şarkıcıyla bir röportaj yapacaktı.
Yaptı da...
Müzik ve sanat ağırlıklı bu söyleşi, yine foto muhabirinin çektiği çok özel resimlerle süslendi.
Altı gün sonra dergi basıldı.
Genç söyleşi muhabiri, sanki ilk kez röportaj yapıyormuş gibi heyecanla aldığı derginin henüz üstünde tüten boya kokusunu içine çektikten sonra, hızlı hızlı kendi hazırladığı sayfayı açtı.
“Özel Yaşam” sayfaları, kocaman resimlerle şahane görünüyordu. Konuştuğu genç şarkıcı sayfanın ortasında köpeğiyle objektife gülümsüyordu. “Ailem her şeyim” başlığını attığı sayfaların bir başka fotoğrafında şarkıcı, villasının bahçesinde kuyudan su çekiyordu.
Bir şeyi çok beğenir, böbürlenip keyiflenirseniz, biraz ihtiyatlı olun; zira genellikle bir aksilik keyfinizin üstüne kibrit suyu sıkacaktır.
Yan odadan foto muhabiri arkadaşı elinde dergiyle ve felaket haberi vereceği suratının halinden belli olacak şekilde koşa geldi:
- Sen ne yapmışsın be abi!
- Ne oldu ki?!
- Ne demek bu, “Rahmetli babası mezarında oğluyla gurur duyuyordur şimdi...”
- Ne var bunda?
- Yahu adamın babası yaşıyor!
Vücudunu sıcaklık bastı genç muhabirin...
- Yapma yaa!! Ben onu şey etmiştim, adamın öldüğünü bir yerlerde okumuştum sanki…
On altı bin dergi yeniden basılamazdı. Bırakın yeniden basılmayı, böyle bir yanlışlık muhabirin işten atılmasına bile sebep olabilirdi.
Genç muhabir, fotoğrafçı arkadaşına biraz da yalvaran gözlerle baktı:
- Kimseye söylemesek...
- Duyarlar be abiciğim duyarlar. Ot, taşın altında kalmaz! Bir şekilde çıkar meydana...
Derginin piyasaya sürülmesine dört gün vardı.



Mesai bitmek üzereydi. Genç muhabir, elindeki dergiyi koltuğunun altına saklar gibi sıkıştırarak iş yerinden çıktı...
Ne yapacağını bilemiyor, eve gitmek istemiyordu.
İlk üzüntü ve şaşkınlığını attıktan sonra, ikincisi aklına geldi; röportaj yaptığı şarkıcının yüzüne nasıl bakacaktı?


x X x


“Ertesi sabah yaşadığım şoku ömür boyu unutamam” diye anlattı bana muhabir... “Günlük bir gazeteyi açtığımda, röportaj yaptığım genç şarkıcının babasının ölüm haberini gördüm!”

# Üşüyorum anne

"Çüş bize"

Onlar, Şampiyonlar Ligi’nde oynamış, Avrupa’da isim yapmış, ülkelerinin gururu bir futbol takımıydı.Onlar, Türkiye’de en iyi Ali Sami Yen Stadı’nı tanıyordu.Ve onlar, ezeli rakipleriyle deplasmanda yaptıkları bir maçta, tarihi bir sonuçla hezimete uğradıklarında şoku yaşamışlardı.(Gerçekten de o kadar farklı skor, lig kurulalı hiç başlarına gelmemişti.)


Taraftarlar o gün gazeteyi aldıklarında gözlerine inanamadılar.Çünkü, en büyük rakipleriyle oynadıkları derbi maçında bir araba gol yiyen takımdaki futbolcuların imzasını taşıyan bir ilan vardı gazetelerde…Bütün taraftarlardan özür dileyen ilanın metni aynen şöyleydi:

Derbi maçındaki performansımız aşağılayıcıydı. Bu ülkenin en iyi taraftarları olduğunuzu ve sizi yüzüstü bıraktığımızı biliyoruz. Gerçekten çok üzgünüz. Keşke geçmişe dönebilsek ve bu hatayı tamir edebilsek. Bundan sonraki ilk derbi maçımızda yüzünüzü güldürmek ve gururunuzu iade etmek için elimizden geleni yapacağımıza hep birlikte söz veriyoruz.”

Dediğim gibi, ilanda bütün futbolcuların orijinal imzaları ve takımın kadro resmi de vardı.Bu duygusal ilanı okuyan birçok taraftarın içi burkuldu.Kendilerine nice sevinçler yaşatmış takımlarını -elbette- affettiler. Kulübe destek telefonları, faksları yağdırdılar. İnternet sitelerinde futbolcularına hitaben teselli yazıları yazdılar.
x X x

Evet, bir tarihte Galatasaray’la Ali Sami Yen Stadı’nda Şampiyonlar Ligi maçı da oynamış olan İsviçre takımı St.Gallen’in futbolcuları, ezeli rakipleri Wil’e 11-3 yenilince, gazeteye bu ilanı verdiler.

Keşke bizde de formasını rezil edenlerin aklına böyle şeyler gelse...
# Faili meçhûl spor öyküleri

Asi evlat

Arkadaşımın kayınpederi, bir dizi kontrol, muayene ve film sonrası, böbrek yetmezliği yaşadığını öğrendiğinde, bunu metanetle karşılamıştı.
“Allah’a, verdiği bunca hayat için teşekkür ederim” demişti, “Her şey ondan.”
Hatta, gençliğinde hafızasının cüzdanına yerleştirdiği bir beyti özenle çıkarıp okumuştu o akşam evine getirildiğinde:
“Alan sensin veren sensin, kılan sen,
Ne verdinse odur, dahi nemiz var?”
Ama arkadaşımın kayınpederinin yakın çevresi aynı sabır ve olgunlukta değildi.
Sanki teşhisle birlikte adamcağızı tabuta yatırıp o dakika ölüme göndereceklermiş gibi, huzurlu haneleri bir anda cenaze evine dönmüştü.

x X x

Hastalığının teşhisinden bir süre sonra atmış yedi yaşındaki bu “muhacir” amcaya böbrek nakli gündeme geldi.
İstanbul’a yakın bir ilçede oturuyordu.
Arama taramalar sonuç vermedi; ondan daha genç ve daha uzun zamandır sıra bekleyenler sebebiyle pek umut da yoktu.

x X x

Arkadaşımın kayınpederinin üç oğlu, bir kızı vardı; büyüğü oğul lise müdürü, üçüncü oğul ise ayakkabıcı…
İkinciye paragraf açmak lazım:
Evet, ikincisi ise kelimenin tam anlamıyla “boş gezenin boş kalfasıydı.”
İtibarlı babasının ya da okul müdürü ağabeyinin ricasıyla girdiği işlerde barınamamış, huysuzluğu ve kimsenin önünde eğilmeyen tavizsiz tavrı sebebiyle ya bir iki hafta içinde kapı önüne konmuş veya kendisi işten ayrılmıştı.
Belediye otobüsü şoförlüğünden damper kaynakçılığına, matbaacılıktan tekne imalatına girip çıkmadığı iş yoktu bu iki numaralı asi evladın…
Amcanın lise müdürü oğlu ile ayakkabıcı oğlu evli, asi evlat ise bekârdı. Büyük oğuldan bir kız torun vardı.

x X x

Babasının hastalıkla boğuştuğu günlerde bütün aile baba evine taşınırken asi oğul yine ortalıkta yoktu.


Ağabeyi ile küçük kardeşi onun şimdi bir arkadaş kamyonunda şehirle arası yolda, ya da bir bekar dağ evinde, belki harçlık çıkarmak için bir lokantada çalıştığını tahmin ediyor, endişe duymuyordu.
Ama baba:
- Ah oğlum, diyordu, ah oğlum. Böyle bir zamanda yanımda olmayacaksın da ne zaman olacaksın?
Ortanca oğlunun ilgisizliğine hastalıktan çok üzülüyordu.

x X x

Ve bir gün Bursa’da bir özel hastaneden davet aldı arkadaşımın kayınpederi. Bir böbrek bulunmuştu ve teste çağırıyorlardı.

x X x

Test sonucu harikaydı; doktorlar, kan grubunun verici ile aynı olduğunu, dokuların birbirini tuttuğunu ve naklin mümkün olduğunu bildirdiler.
Nakil hemen yapıldı.

x X x

Ama arkadaşımın kayınpederi dört gün sonra öldü.
Aile, babanın ölümünü oğlunun hasretine bağlamıştı.
Doktorlar ise organ vericisinin muhtemelen bir kemirgenden kaptığı “lymphocytic choriomeningitis” denilen bir virüs yoluyla bulaşmış olabileceği ihtimalinden söz etmişti.

Dünya kurulalı beri devran böyleydi; ölenle ölünmüyordu.

x X x


Hayır, bu kez ölünüyordu; Bursa’dan gelen sürpriz böbrek ortanca oğula aitti ve babaya son görevini yaparken kendisi de babasıyla aynı gün ve aynı virüsten dolayı bir başka hastanede ölüyordu.
# Söyle, nasıl üzülmezsen öyle öleyim

Hakemin annesi

- Kusura bakma anneciğim, yarın maça çıkacağım.
Genç hakem, annesinin cesedini bir buçuk metre kazılmış toprağa indirirken, içinden bu cümleyi geçiriyordu.

x X x

Aynı akşam, güneyden Orta Anadolu'ya hareket etti.
Hakemlikte büyük hedefleri, tatlı hayalleri vardı.

x X x

Takımlar seremoniden sonra kendi yarı sahalarına dağılıp, başlama vuruşu yapılacağı sırada çok şık, çok ince, çok anlamlı bir sürpriz yaşandı.
Stadın anons görevlisinin sesi duyuldu hoparlörden:
- Değerli hakemimiz (........../..........) annesini kaybetmiştir. Kendisine sabır ve başsağlığı diliyor ve sizleri bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyoruz.
Statta yapılacak bu tür bir anonstan haberi olması gereken hakemin de haberi yoktu.
İki takım futbolcuları orta yuvarlak etrafında karşılıklı ve disiplinli bir şekilde sıralandı.
Genç hakem, annesinin vefatından beri sabırla direndiği gözyaşlarına bu kez hakim olamadı.
Dudakları kontrolsüz bir şekilde titrediği için saygı duruşunun bitiş düdüğünü çalmakta zorlandı.
Neyse ki hoparlördeki ses yetişti imdadına:
- Teşekkür ederiz.
Sadece takımlarının golleri için ayağa kalkmaya alışmış seyirci, bu defa hiç tanımadığı bir merhume için görevini tamamlamış olmanın huzuruyla yerlerine oturdu.
Maç başladı.


Hiç şüphesiz saha içindeki yirmi üç kişiden işi en zor olanı, hakemdi.
Maç öncesinin karmaşık duygularını oyuna taşımamaya, etki altında kalmamaya çalışıyordu.
Ve o zor an geldi.
Bitime sadece bir dakika vardı.
Misafir takım, maç boyu kendi sahasından çıkmayıp beraberliğe oynamış, hiç hücumu düşünmemişti. Fakat bu dakikada misafir takımın orta saha oyuncusu, tamamen kendi çabasıyla ev sahibi takımın neredeyse tamamını çalımladıktan sonra kaleciyle karşı karşıya kaldı.
Kaleciyi de çalımladı.
Hakem, eldivenli elin gole giden oyuncuyu arkadan indirdiğini gördü.
Çaldı penaltıyı.
Son dakikaydı ve penaltı gol oldu.
Maç bu tek golle bitti.
x X x

Maçın başında hakemin annesi için saygı duruşunda bulunan seyirciler, bu kez ağız birliği etmişcesine koro halinde hakemin annesine küfrediyordu.
Ve maç başında seyirci acısına ortak oldu diye gözyaşı döken hakem, şimdi üzüntüden ağlayarak polis eşliğinde soyunma odasına iniyordu.
# Üşüyorum anne