(...)
Kız, bir hüzün sandığının kapağını açmaya sebep olmaktan pişman:
- Neyse baba, yemeğin soğuyor, dedi.
Baba başını sağa sola sallayarak devam etti:
- Soğusun kızım. Bunları hiç konuşmadık sizinle… Yemeğin
soğumasının bile bir lüks olduğunu bilemezsiniz siz… Çünkü yatılı okul hayatından
haberiniz yok. Havuzun içine atılmış bir ekmek kırıntısının etrafına toplanan
balıklar gibi, mektup dağıtan nöbetçi öğrencinin etrafında umutla bekleyip, eli
boş ayılmanın acısını nereden bileceksiniz? Bir arkadaşının kirli gömleği, bir
başkasının ceketi ile kıyafetini emanet olarak tamamlayıp derse girmeyi nereden
bileceksiniz? Ailenden ve köyünden ayrı düşmüş küçük bir çocuk olarak, geceleri
yorganını başına çekip ağlamayı nereden bileceksiniz? Hızlı yemek yiyorum öyle
mi? Yurtta hızlı yemek zorundasın güzel kızım. Sekiz kişinin ortasına konmuş
yemeği çabuk çabuk yemezsen eğer, aç mide ile uyursun. Hiç kimsenin, ‘Ah yavrum
sen aç yattın, gel sana bir şeyler hazırlayayım’ diyecek annesi de yoktur
orada…’
Kız bir kez daha konuyu kapatmayı denedi:
- Neyse baba, yemeğin soğuyor.
Baba, üzgün bir suratla sandalyesine yaslandı:
- Soğusun kızım soğusun. Bazen yemeğin soğuması bile lükstür, çünkü
lokmamın rakibi yok burada…# Gülenlerin Ağlayanlara Borcu Var


1 yorum:
Yazmak nefes almak gibi. Hüznü cümlelerle giydiren siz, olayı yaşayanları dahi her okuduğunda serseme çeviriyorsunuz. "Yine kapıldık rüzgarına hayatın" diyor insan öykülerinizi okuyunca. Her okumada aynı şeyi hissediyor olmak ise anlaşılır gibi değil...
Yorum Gönder