7 Eylül 2013 Cumartesi

Gece olur, yorganı başına çeker ağlarsın

                                                                                          Muğla, 2013

(...)
Kız, bir hüzün sandığının kapağını açmaya sebep olmaktan pişman:
- Neyse baba, yemeğin soğuyor, dedi.
Baba başını sağa sola sallayarak devam etti:
- Soğusun kızım. Bunları hiç konuşmadık sizinle… Yemeğin soğumasının bile bir lüks olduğunu bilemezsiniz siz… Çünkü yatılı okul hayatından haberiniz yok. Havuzun içine atılmış bir ekmek kırıntısının etrafına toplanan balıklar gibi, mektup dağıtan nöbetçi öğrencinin etrafında umutla bekleyip, eli boş ayılmanın acısını nereden bileceksiniz? Bir arkadaşının kirli gömleği, bir başkasının ceketi ile kıyafetini emanet olarak tamamlayıp derse girmeyi nereden bileceksiniz? Ailenden ve köyünden ayrı düşmüş küçük bir çocuk olarak, geceleri yorganını başına çekip ağlamayı nereden bileceksiniz? Hızlı yemek yiyorum öyle mi? Yurtta hızlı yemek zorundasın güzel kızım. Sekiz kişinin ortasına konmuş yemeği çabuk çabuk yemezsen eğer, aç mide ile uyursun. Hiç kimsenin, ‘Ah yavrum sen aç yattın, gel sana bir şeyler hazırlayayım’ diyecek annesi de yoktur orada…’
Kız bir kez daha konuyu kapatmayı denedi:
- Neyse baba, yemeğin soğuyor.
Baba, üzgün bir suratla sandalyesine yaslandı:
- Soğusun kızım soğusun. Bazen yemeğin soğuması bile lükstür, çünkü lokmamın rakibi yok burada…
# Gülenlerin Ağlayanlara Borcu Var

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Yazmak nefes almak gibi. Hüznü cümlelerle giydiren siz, olayı yaşayanları dahi her okuduğunda serseme çeviriyorsunuz. "Yine kapıldık rüzgarına hayatın" diyor insan öykülerinizi okuyunca. Her okumada aynı şeyi hissediyor olmak ise anlaşılır gibi değil...

Yorum Gönder