x X x
Wimbledon…
Hangi “top toplayıcının” nerede duracağı, Dük ve Düşes’in kupa töreninde kaç adım atacağı ve kaç kelime konuşacağı önceden belli, tenis hayranlarının günlerce kapılarına yatıp kuyruğa girdiği muntazam organizasyon…
x X x
Büyük Kort’un tribünlerini tıka basa dolduran insanlar, şaşkınlık içindeydi.
Çünkü, adı sanı duyulmamış Belçikalı on altı yaşında bir kızcağız, çim kortta fırtına gibi esiyordu.
Önüne geleni deviriyor, turlar ilerledikçe seri başı rakiplerini bile ezerek bu tarihi yerde adını finale yazdırıyordu!
Fakat…
Fakat finalde o kız gitmiş, bir başkası gelmişti adeta…
Önceki turlarda rakiplerine göz açtırmayan raket o değilmiş gibi, eli ayağı birbirine
dolaştı, set alamadan Amerikalı rakibine boyun eğdi.
x X x
Bunun sebebini anlamak için dört yıl öncesine dönmek gerekirdi.
Belçikalı on altı yaşındaki kız buraya, Wimbledon’a ilk kez o zaman gelmişti.
Dört yıl önce, on iki yaşında bir çocuk olarak…
Onu oraya getiren, tenis sevdalısı annesiydi.
Buradaki büyük heyecandan çok etkilenen kız çocuğu, çıkışta, yanında yürüdüğü annesinin önünü kesti, baş parmağını annesine hırsla sallayarak dedi ki:
Bir gün burada finale çıkacağım anne, göreceksin!
Wimbledon’u açık ağızla ve hayranlıkla izledikten sonra, çıkışta annesine bu sözü veren o küçük kız çocuğu, sadece dört yıl sonra sözünü tuttu ve finale çıktı ama, amansız hastalığın pençesindeki annesi tam da onun final maçına çıkacağı gün öldü!
Final maçı için hazırlanırken, sadece antrenörünün bulunduğu soyunma odasında:
Ben burada finaldeyim anne, sen neredesin, diyen on altı yaşında bir kız, bu ruh haliyle nasıl oynayabilirdi ki?
# Üşüyorum anne


0 yorum:
Yorum Gönder