19 Ekim 2013 Cumartesi

Bisiklet

Köy okulu birincisi küçük çocuk o gece neredeyse hiç uyuyamadı. Ertesi sabah, hayatında ilk kez şehir görecekti.
İlkokul üçüncü sınıfta olmasına rağmen, bilgi yarışmasında dört ve beşinci sınıfları da geride bırakmış, babacan öğretmenin koyduğu ödüle zekâsının gücüyle kavuşmuştu.
"Kazananı ay başında şehre götüreceğim" demişti öğretmen…
İlk kez yaşayacağı şeyler şehri görmekle sınırlı değildi; dokuz yaşında ilk kez trene binecekti; tarlada çalışırken bir anda ortaya çıkışını hep hayret ve hayranlıkla izlediği o kara devin içinde olacaktı.
Şehirde onu nelerin beklediğini bilmiyordu.
Sihirli bir yolculuğun arifesinde heyecandan neredeyse hiç konuşmayan çocuk, ertesi sabah babasının peşinde öğretmenin evine doğru çamurlu yolu adımlarken, şehirden dönüşte arkadaşlarına neyi nasıl anlatacağını düşünüyordu.
Öğretmeni ile birlikte karşıdan görünen komşu köye kadar yürüyecek, oradan trene bineceklerdi.

x X x

Trenin heybetli merdivenlerini, küçük ama düzgün "odalarını", deri koltuklarını… hareket ettiğinde evlerin, otların, dağların geriye doğru aktığını, tünelin içinin karanlık olduğunu, uzaktan gördüğü komşu köydeki istasyonun dışında başka istasyonların da bulunduğunu… hafızasına kaydetti.
Şehri gördüğünde ise tam anlamıyla çarpıldı; ne kadar büyük bir yerdi burası… Ne kadar destansı, ne kadar anlatılması zor, ne kadar…

x X x

Çocuk, trenin de şehrin de kendine has bir kokusunun olduğunu hissetti. Her vitrinde ayrı şey, özellikle cansız mankenler… Sonu gelmez arabalar… Yürüyen binlerce insan… Çocuk, öğretmeninin elini tutmuş olduğunu unutmuş, hangi tarafa bakacağını şaşırıyordu.
- Sen şu bankta otur (B…..), sakın bir yere kalkma, sağı solu seyret, hemen geliyorum.
"Tamam" bile diyemedi çocuk, gözleriyle öğretmeni takip etti. Caddenin karşı sırasında bir bankaya girmişti öğretmen, maaşını çekmeye…
Dönüşte bu kez öğretmen banka oturdu, çocuğun eline bozuk para vererek sağ taraflarında görünen manavı gösterdi:
- Kendine yiyecek bir meyve al, hadi bakalım.
Çocuk çekingen adımlarla gidip, belinde mavi para kuşağı bağlı, ağzında külü uzamış sigarası ve elinde püsküllü süpürgemsi bir şeyle sebze ve meyvelerin üstündeki görünmeyen tozları silen yaşlı manava elindeki parayı uzatıp, parmağı ile meyveler arasında "en kırmızı görünen" domatesleri gösterdi.
- Şundan...
Adam bir bozuk paraya, bir çocuğa baktı; bir büyük domatesi kazağına döndüre döndüre sürdü ve çocuğa verdi.


Bu kez bir bisikletçinin önündeydiler. Çocuk gördüğüne inanamadı; öğretmen cüce sayılabilecek kadar kısa boylu bisikletçiye para ödüyordu!
Bisikletçi az sonra üç tekerlekli bir bisikleti diğerlerinden öne çıkararak, kenarda çekingen duran köylü çocuğu çağırdı:
- Gel, bin bakalım!
Çocuğun eli ayağı birbirine karışmış, ağzı kurumuş, kalbi küt küt atmaya başlamıştı.
O bisiklete otururken öğretmen ile bisikletçi dükkâna girdi.
Çocuk, dükkânın önünde uzayan futbol sahası büyüklüğündeki arsada coşku ile bisikletini kullanmak yerine, bir kenarda incelemeye koyuldu.
Köydeki arkadaşlarına gösterinceye kadar bisikletin eskimesini istemiyordu. Sağına soluna bakıyor, ilk kez yakından gördüğü bu aletin her tarafına dokunuyordu. Klaksonunu çaldığında kendi kendini korkuttu.
Masallardan fırlayıp önüne düşmüş olan bu aleti köyün nerelerinde kullanacağını düşündü. En çok hangi arkadaşı şaşıracak, en çok hangi arkadaşı kullanmak isteyecekti? Ağabeyi istediğinde verecek miydi? Kız kardeşine bisiklet kullanmayı öğretebilecek miydi? İyi ki üç tekerlekliydi, hem kendisi hem de kız kardeşi düşmezdi. Bu aletin köyün ilk bisikleti olacağını düşününce…
- (B…..) tamam, getir oğlum bisikleti…

x X x

Oysa öğretmen öğrencisine beş dakikalığına bisiklet kiralamış, fakat çocuk bisikleti kendinin sanarak "yıpranmasın" diye hiç binmemişti.
# Gülenlerin Ağlayanlara Borcu Var

0 yorum:

Yorum Gönder