Şampiyon Kulüpler maçından
arta kalan zamanlarında otobüsle şehir turu yapıyorlardı.
Geniş Champ-Elysees
(Şanzelize) caddesini, tek kuralın kuralsızlık olduğu ve sigorta kapsamı
dışında tutulan Etoile (Etual) meydanını, Montmarte (Monmart) yani ressamlar
tepesini, Picasso'nun yediği, Van Gohg'un
içtiği, Salvador Dali'nin bilmem ne yaptığı yerleri, "Birlikte olduğum tüm
erkekler öldü; ben uğursuz bir kadınım" diyerek 1987 yılında bileklerini
kesip intihar eden Dalida'nın evini gezdiler.
16. Luis'nin, içini
boşalttırıp tilkiler salarak yedi kilometrelik salonlarında avlandığı Louvre
(Luur) Sarayı'nı.
Ve 16. Louis ile
karısı Marie Antoinette'in hem düğünlerinin, hem idamlarının yapıldığı, ihtilalde
giyotinlerin kurulduğu Concorde (Konkort) meydanını, talihsiz prenses Diana'nın
son günlerine şahitlik eden Ritz otelini ve Alma tünelini, ve -elbette!- Eiffel
kulesini gördüler...
Faal döneminde tuvaleti olmayan Versay Sarayı'nı... Fransız
"asillerin" altına ve sokağa yaptığı, kadınların kolayca çömelip
işlerini görmeleri için "dizayn edilmiş" elbiselere
"tuvalet" dendiği, pisliklere basmamak için ilk kez yüksek topuklu
ayakkabı giydikleri, başlarına yukarıdan dışkı atılmasın diye ilk kez şemsiyeyi
burada kullandıkları, iğrenç kokudan arınmak için parfümü keşfettikleri, pislik
paçalarından akmasın diye ilk kez külotlu çorabı giydiği... (...)
# kitaptan, Sana gözyaşı vâdediyorum



0 yorum:
Yorum Gönder