25 Haziran 2013 Salı

İstanbul'u dinliyorum

Türk gazeteci grubu Paris'teydi.
Şampiyon Kulüpler maçından arta kalan zamanlarında otobüsle şehir turu yapıyorlardı.

Geniş Champ-Elysees (Şanzelize) caddesini, tek kuralın kuralsızlık olduğu ve sigorta kapsamı dışında tutulan Etoile (Etual) meydanını, Montmarte (Monmart) yani ressamlar tepesini,  Picasso'nun yediği, Van Gohg'un içtiği, Salvador Dali'nin bilmem ne yaptığı yerleri, "Birlikte olduğum tüm erkekler öldü; ben uğursuz bir kadınım" diyerek 1987 yılında bileklerini kesip intihar eden Dalida'nın evini gezdiler.
16. Luis'nin, içini boşalttırıp tilkiler salarak yedi kilometrelik salonlarında avlandığı Louvre (Luur) Sarayı'nı.
Ve 16. Louis ile karısı Marie Antoinette'in hem düğünlerinin, hem idamlarının yapıldığı, ihtilalde giyotinlerin kurulduğu Concorde (Konkort) meydanını, talihsiz prenses Diana'nın son günlerine şahitlik eden Ritz otelini ve Alma tünelini, ve -elbette!- Eiffel kulesini gördüler...



Faal döneminde tuvaleti olmayan Versay Sarayı'nı... Fransız "asillerin" altına ve sokağa yaptığı, kadınların kolayca çömelip işlerini görmeleri için "dizayn edilmiş" elbiselere "tuvalet" dendiği, pisliklere basmamak için ilk kez yüksek topuklu ayakkabı giydikleri, başlarına yukarıdan dışkı atılmasın diye ilk kez şemsiyeyi burada kullandıkları, iğrenç kokudan arınmak için parfümü keşfettikleri, pislik paçalarından akmasın diye ilk kez külotlu çorabı giydiği... 
(...)
# kitaptan, Sana gözyaşı vâdediyorum

0 yorum:

Yorum Gönder